ads

8 Ekim 2011 Cumartesi

Demoratikleşmenin İlk Hedefleri - Demoratikleşmenin amaçları

Prof. Dr. Bülent TANÖR

Türkiye'de demokratikleşme programında atılması gerekli ve mümkün ilk adımlar neler olabilir? Bu yazının konusu bu soruların cevaplarının araştırılmasına yöneliktir. Hemen düzeltilmesi ya da açıklanması gereken iki husus var: Yukarıdaki sorular Türkiye'nin demokrasiden hiç nasibini almamış otoriter bir rejim altında olduğu, yapılacak her şeyin "demokratikleşmenin ilk adımı" olacağı şeklinde bir yanlış düşünceye yer vermemelidir. Birinci nokta budur.
Türkiye'de demokratikleşme programında atılması gerekli ve mümkün ilk adımlar neler olabilir? Bu yazının konusu bu soruların cevaplarının araştırılmasına yöneliktir.
Hemen düzeltilmesi ya da açıklanması gereken iki husus var: Yukarıdaki sorular Türkiye'nin demokrasiden hiç nasibini almamış otoriter bir rejim altında olduğu, yapılacak her şeyin "demokratikleşmenin ilk adımı" olacağı şeklinde bir yanlış düşünceye yer vermemelidir. Birinci nokta budur. İkinci husus da, bu türden sorulara verilecek cevapların kişiden kişiye değişmesi olasılığının yüksekliğidir. Dolayısıyla bu yazıda önerilecek olanlar bir "hazır reçete" anlamına gelmez.
Yine yukarıdaki formülasyonlar açısından iki kavramın altını çizmek ve bunları açıklamakta yarar vardır: Gerekli ve mümkün. Bunlarla kastedilen şudur: Gerçekleştirilmesi önerilecek değişikliklerin hem önemli etkiler yaratacak türden olmaları, hem de bugünkü koşullarda (bile) hayata geçirilebilmelerinin imkansız olmaması.
Bu fikri şöyle de ifade etmek mümkün olabilir: Hangi değişiklikler hem düşük maliyetlidir, hem de bunun tersine büyük bir "getiri" vaad etmektedir? Yalnız Türkiye'nin ve ülke insanlarının huzuru bakımından değil, aynı zamanda uluslararası alandaki yalnızlaşma tehlikesini gidermek bakımından.
Burada sunulan kalemler aslında daha önce hazırlamış olduğum Türkiye'de Demokratikleşme Perspektifleri (TÜSİAD, 1997) ve bunu iki yıl sonra güncelleştiren bir çalışmadan hareketle düzenlenmiştir. Bu yeni çalışmanın Haziran ayı içinde kamuya açıklanması söz konusu olabilir.
Yeni TBMM'nin toplandığı ve yeni hükümetin oluşturulması aşamalarına girildiği günlerde, böyle somut araştırma ve öneri paketlerinin yararlı olması umulur. Meclis çoğunluklarının bu türden aranışlara dikkat göstermeye hazır olup olmadığı sorusu ise bizi çok da işgal etmemelidir.
Yukarıda anılan raporun sistematiğini izleyerek burada (şimdilik) oniki noktaya işaret etmekte yarar görüyorum. Kısa notlar halinde bunların gerekçeleri de sunulmuştur.
1- Parti içi demokrasiye hizmet bakımından belli oranda önseçim zorunluluğu getiren yasa değişikliğine ihtiyaç vardır. Özellikle son genel seçimlerde bunun gerekliliği daha da iyi anlaşılmış olmalıdır. Nitekim bu yoldaki taleplerde bir canlanma vardı. Bu zorunlu önseçim uygulamasının delegelerle değil, partinin bütün üyeleriyle yapılması gereği de unutulmamalıdır. Parti içi demokrasi konusunda hukukun payına düşen çok fazla gayret yoktur. Bu daha çok bir demokratik eğitim ve kültür işidir. Bu nedenle, hukukta zorlamalarla bu hedefe ulaşılamaz. Yasa değişiklikleri yoluyla elde edilebilecek nispi yararlardan birisi, yukarıda işaret edilen alandadır.
2- Azınlık yaratılmasının önlenmesi başlıklı Siyasi Partiler Kanunu md.81 hükmü kaldırılmalıdır. Bir kere maddenin kendi başlığı mantık dışıdır. Üstelik bu maddeyle ülkedeki dil ve kültür çeşitliliği olgusuna partilerin eğilmesi yasaklanmakta, en demokratik kültürel haklar sıkıntıya sokulmaktadır. Burada aslında bir "kültür soykırımı" ruhu vardır. Hiç de şiddet yanlısı ve ayrılıkçı olmadıkları halde pek çok siyasal parti 1970'li yıllardan bu yana sırf bu maddeye ve bunun eski yasadaki karşılığı olan maddeye dayanılarak kapatılabilmiştir. Son olarak Anayasa Mahkemesi'nin Demokratik Kitle Partisi'nin kapatılmasına da bir tek oy farkıyla karar verdiği, dayandığı gerekçelerden birinin de bu madde hükmü olduğu anlaşılmaktadır. Şerafettin Elçi'nin başkanlık ettiği bu partinin kapatılması, ülke siyasal ve partisel sisteminin demokratik ve barışçı girişimlere ne kadar kapalı olduğunun bir kanıtıdır. Böyle bir durum herhalde ancak terör ve ayrılık yanlılarının arzu edeceği bir tablodur. İlgili yasanın diğer maddeleri ayrılıkçı ya da devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğü aleyhine davranışları, kapatma yaptırımına bağlayan çok sayıda hüküm barındırdığından, md. 81'in kaldırılmasının en küçük bir sakıncası yoktur. Mevzuatta bu hükmün kaldırılmasından dolayı bir boşluk doğacak değildir. Boşluk şu anda vardır ve bu durumun vahametini idrak ve bunu giderecek cesaret konusundadır.
3- Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yerinin korunmasına ilişkin Siyasi Partiler Kanunu md.89 hükmü kaldırılmalıdır. Bu noktada sistematik bir yanlış anlama vardır. Talep edilen değişiklik, DİB'in devlet aygıtı dışına çıkarılması ve din işlerinin cemaatlere verilmesi değil, bunu programlarına alan ama laiklik konusunda herhangi bir şüpheli durumları olmayan partilerin, sırf bu sebepten dolayı kapatılmalarının önüne geçilmesidir. Buna benzer olaylar yaşanmış ve laiklik içinde bir seçenek arayan partiler sırf bu maddeye muhalefetten kapatılabilmiştir. Oysa, DİB'in mevcut statüsü (Anayasa md.136), laikliğin tek modeli değildir ve olamaz. Bu model bugün de hâlâ gerekli ve yararlı olabilir. Ancak, laikliğe bağlılık koşulları içinde başka örgütlenme seçenekleri sunan partilere de sistemin duvar çekmemesi demokrasinin bir gereğidir. Anayasa ve yasada laikliği koruyucu pek çok ve gerekli hüküm varken, bu maddenin saklı tutulmasında ısrar etmek de gereksiz bir korku belirtisidir. Yapılması gereken, bu hükmün cesaretle kaldırılmasından başka bir şey değildir.
4- İşbirliği ve ittifak yasakları kaldırılmalı, belediye başkanı seçimleri iki turlu olmalıdır. Son seçime giden partilerin ve cumhurbaşkanının bu yoldaki dilekleri henüz çok tazedir. İşbirliği ve ittifak yasakları anlamsızdır. Ulusal baraj yüzünden son seçimlerde 6 milyon civarında oy, değerlendirme dışı kalmıştır. Ulusal barajın düşürülmesi, eğer bu mümkün olmuyorsa ya da bununla birlikte ittifak ve işbirliği yasaklarının da kaldırılması milli iradenin temsiline hizmet demek olacaktır. Belediye başkanları seçimlerinin hâlâ iki turlu hale getirilememiş olmasının sakıncaları, son seçimlerde daha da iyi anlaşılmış olmalıdır. Belediye başkanlarının o çevre seçmenlerinin yarısından çok düşük sayılarla göreve gelebilmelerinin, seçmen iradesi ve demokrasi açısından ifade ettiği anlam son derece olumsuzdur. Bu konuda işlenen bir hata, ulusal genel seçimler için ve belediye başkanlığı seçimleri için, birlikte iki turlu sistemde ısrar edilmiş olmasındandır. Öyle anlaşılıyor ki, belli başlı partilerin önemli bir kısmı, milletvekili seçimlerinde iki turlu sisteme aslında gönülden yatkın değillerdir. Fakat aynı şey belediye başkanlarının seçimi için söylenemez. Bu iki seçim birbirinden ayrı düşünülmeli ve kişi-organ seçimi demek olan belediye başkanı, iki turlu usulle seçilmelidir.
5- Yasama dokunulmazlığının sınırlanması şarttır. Bu konuda bir anayasa değişikliği önerisi zaten geçen dönemde yapılmış, ancak sonuca ulaşamamıştı. Yasama dokunulmazlığının suç işleme ayrıcalığı ya da suç işlemiş olanların aradığı bir zırh olmaktan çıkarılması gerekmektedir. Başka ülkelerde de olduğu gibi bu kurumun koruma alanı daraltılmalı, milletvekillerinin suçlanmasına ve yargılanmasına engel olmamalıdır. Buna paralel olarak, yasama sorumsuzluğu denen ve meclis üyelerinin düşünce ve oylarından dolayı kınanmamalarını öngören kurumla ilgili olarak 1982 Anayasasının getirmiş olduğu istisna kaldırılmalı, yasama sorumsuzluğu mutlak hale getirilmelidir.
6- Üniversite yöneticileri seçimle belirlenmelidir. 1946'dan beri üniversitelerimizin sahip olduğu bir hak 1980 askeri rejimiyle geri alınmıştır. Özerk üniversite mücadelesinin temellerinden biri, belki de birincisi bu noktadadır. Kendi yöneticilerini seçmekten aciz bir üniversitenin hiçbir konuda özerk ve hatta bilimsel açıdan bile özerk olamayacağı meydandadır.
7- Ölüm cezalarının sadece savaş zamanına hasredilmesi uygun olacaktır. Türkiye zaten 1984'ten beri ölüm cezalarının infazına sahne değildir. Başka ülkelerde de ölüm cezaları kaldırılmadan önce bu türden "uyku" dönemleri yaşanmıştır. Türkiye için de artık işin adının konması zamanı gelmiş sayılır. Unutmamak gerekir ki, uzun süreli ağır hapis ya da ömür boyu hapis cezaları, ölüm cezasından çok daha hafif yaptırımlar değildir. Yeter ki, popülist davranışlar ve af kanunları enflasyonu ile cezaların yerine getirilmesi engellenmesin.
8- CMUK değişikliğiyle sağlanan güvenceler DGM sanıklarına da teşmil edilmelidir. Ceza yargılanmasında adalet ve sanık hakları, yargılanılan mahkemeye göre değişmemelidir. CMUK 1992 değişikliklerinin pratikteki yararlarının daha somutlaşması için, DGM'lerin yargı alanına giren zanlıların da bunlardan yararlanmaları gerekir.
9- Demokrasinin özgür düşünebilen bireylerle varolabileceği gözönüne alınarak, orta öğretimdeki zorunlu din öğretimine son verilmeli, İmam Hatip Liselerine kız öğrenci alınmamalı, sadece imam ve hatip hizmetlileri yetiştirmek için işlev görmeli ve sayıları da bunu karşılayacak ölçüyü aşmamalıdır.
10- Düşüncenin suç olmaktan çıkarılması için Terörle Mücadele Kanunu md.8 hükmü kaldırılmalı, TCK md.312 hükmü de yeniden yazılmalıdır. Terörle Mücadele Kanununda ve ceza mevzuatımızda şiddet ya da terörü kışkırtan ifadelerle ilgili yeteri kadar yaptırım hükmü varken, md.8 hükmüne gerek yoktur; bunun kaldırılmasından korkulması da yersizdir. Bu madde hem içeriği hem de uygulanışı itibariyle aydınları cezalandıran tipik bir "düşünce suçu" hükmü durumundadır. TCK 312 ile ilgili bazı mahkumiyet kararlarının da hukukçu kamuoyunda tatmin edici bulunmadığı bilinmektedir. Bunun giderilmesi için bu maddenin birinci fıkrasının kaldırılması, ikinci fıkranın da fikir suçu uygulamasına izin vermeyecek şekilde yeniden düzenlenmesi yerinde olacaktır.
11- Toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili erteleme yetkileri daraltılmalı, örneğin 24 saat ya da 48 saat gibi sınırlarla yeniden düzenlenmelidir.
12- Hukuk devleti, yargı denetimi ve mahkemelerin bağımsızlığı konusunda ilk adımlar olarak:
a) Yüksek Askeri Şûra, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararları ile olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerine karşı yargı yolu açılmalı,
b) 12 Eylül işlemlerine karşı anayasa yargısı yolunu kapatan Anayasa geçici md.15/3 hükmü kaldırılmalı,
c) Memurin Muhakematı Kanunu Muvakkati yürürlükten kaldırılmalı,
d) Yargıçların ve savcıların güvenceleri konusunda 1961 Anayasası dönemindeki sisteme geri dönülmelidir.

Haziran 1999

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ads2